PANOMUZ
türküler yanar yüreklerimizde elekler asılırken duvarlara terk edilirken şehirler bir kadının eli değer yıldızlara değer de kadere isyanını dokur şiir gözlerinden ve yudum yudum geceyi içer yoktur uykusu meleklerin semada ay kırılmış halelerde ağlar bir kadın kendinden geçer taş basar da bağrına türküler yakar ellerine ve ölüm soğuk değildir parmak uçlarına ve adım adım yürür melekleri ağlatan şiirler döken kadınların şehri ıslanır gözyaşlarıyla kimisinin hayatı çalınır kimisinin üzerine amaçsızca molotof kokteyli atılır unutulur gömütlerde Bilir misin Nefesinde baharların soluduğunu ? Bilir misin her gece Yetim kuşların yüregine dolduğunu ? Bilir misin her gözyaşınla Topraktan yeni filizler doğduğunu ? Uzaklar da bir kadının Senin her gülüşünde Hayata sımsıkı tutunduğunu Bilir misin ey yar ? Bilir misin sen….. ? Ey benim gönlümün nazlı çiçeği Barışın ellere, küsün bana mı? Sana kim öğretti böyle sevmeyi Bayramın ellere, yasın bana mı? Sevme Vur Öldür Ana rahmine düştüm düşmeden ekiliydi kin ve nefret babam mesleğine aşıktı mesleği olmadan önce hiçti ana babasından dayak yerdi yiyecek başka şey sunulmamıştı önüne sessizce süzülürdü hiçlikte kimse görmesin isterdi yaralarını ve var olamadıklarını bağırmaya başladı sonra saygısızca "bakın artık mesleğim ben oldum" diye küçümserdi diğer meslekten olanları hele hele kadınları mesleği olsun olmasın severdi yine de onları ne kadar kadın olursa hayatında o da o kadar erkekti belki erkek çocuk isterdi adam olacak çocuk yani annem acıların çocuğu tadındaydı tadından yenmeyenlerden işte anla hiç kadın olmadı utandı kadınlıktan bu yüzden de büyütmediler büyümedi bir zamanlar çok severdi en sevilendi baba evinde ana kucağında ama sevilmemeye başlayınca aşk nefret kısır döngüsünde sıkıştı erkeklikle düşman oldu hayata sonra da herkese, kendine varolmak için doğurdu durdu doğurdukları doğduklarına pişman oldu büyüdükçe o da doğurduğuna doğuracağına şimdi kandırır durur kendini "iyi ki doğurmuşum", diye ama kendi de inanmaz buna doğurdukları da ben ana rahmine düştüğümde sevginin yokluğunu hissetti hücrelerim rahmine düştüğüm beden bana yabancılaşmıştı istemiyordu beni hazır değildi, çocuktu eksiktim yani yolun başından sonra istemeden ve istenmeden çıktım f tipi hücremden babam da istemedi sevmedi beni suçum adam olmayan cinsten olmaktı bunları öğrendim doğurduğuna pişman olan anam doğduğuma pişman etmek için anlatıp durdukça bana eksildim böyle böyle büyüdükçe okula gönderildim seçme şansı verilmeden daha ufacıktım orda öğrendim zengin fakiri niyeyse "bilen" ve "öğreten"ler ilk günden sordu baba mesleğimizi sınıflara ayırmak için ufacık bizleri ve daha sonra duvarlar örmek için aramıza o duvarlar ki kalınlaştı basamaklar arttıkça kimimizi üniversiteye taşıdı duvarlarımız kimimizi çocuk işçiliğine kimimizi de "koca" evine hep sordum "neden fakirler başarısız (!)" diye büyüyünce anladım aileden gelen fakirlik okulda vesikalanıyormuş evde, "alın yazısı" okulda, "tembellik" tedavi ise aynıymış hep: boyun eğmek! başka şeyler de öğrendim elbet okul sıralarında ne de olsa tek duvarla ayrılamazdık sizlerle bizler dediler hepimiz türküz en müslümanından cennet yolları sadece bizleri gözler müslüman olmayan türk olamadı türk olmayan da müslüman hem türk hem müslüman olmayanlarsa utandılar gizlediler kimliklerini "bizi de cennete alın" dedi bazıları büyüyünce öğrendim 301’den yargılanınca "vatan haini"ymişler meğer suratlarına tükürdük diri diri yaktık öldürüldük onları terketmedikleri için ve bazılarının sevdiği gibi sevmedikleri için vatanı ve bazılarının istediği gibi susup boyun eğmedikleri için haksızlıklara dediler "her türk asker doğar" askerlik adam olacaklara mecburiydi o zaman kadınlar zaten türk değildi adam olacakların ve zaten 2. sınıf olan kadınların bazıları silaha savaşa hayır deyince onlar da "vatan haini" oluverdiler yargılandılar fişlendiler dışlandılar işkence odalarında bağırdılar bir avuç insan dışında kimse duymadı seslerini medya "kutsal vatan için ölen ve öldürenler"i allayıp pullamakla meşguldü kin nefret ekildi içimize sevgisizlik düşmanlık silah verildi ellerimize vur dediler acıma onlar çocuk onlar fakir onlar kadın onlar gayri-müslim onlar türk değil onlar savaş karşıtı onlar eşitlikçi onlar özgürlükçü onlar insan o zaman acıma vur vur ki biz var olabilelim vur ki vicdanımız rahatlasın biz bizliğimizle ancak böyle övünelim SEVGİYİ HAK EDECEK İNSANI BULMAK Kadın her sabah olduğu gibi o günde beyaz değneği ve el yardımı ile otobüse binmişti. Şoför: - Soldan üçüncü sıra boş hanımefendi, dedi. Kadın 32 yaşında güzel bir bayandı ve eşi oldukça yakışıklı bir deniz subayı idi. Bundan bir kaç ay önce yanlış bir teşhis sonucu gerçekleştirilen ameliyatla gözlerini kaybetmişti Genç kadın ve asla göremeyecekti. Kocası ameliyattan sonra acı gerçeği öğrenince yıkılmış ve kendi kendine bir söz vermişti. Asla karısını yalnız bırakmayacak, ona sonuna kadar destek olacak, kendi ayakları üzerinde durana kadar cesaret verecekti. Günler geçiyordu. Kadın her geçen gün kendini daha kötü hissediyor, çok sevdiği kocasına yük olduğunu düşünüyordu. Eşinin bu içine kapanık, karamsar hali kocayı çok üzüyordu. Bir an önce bir şeyler yapması gerekiyordu, karısı günden güne kendi içine kapanık dünyasında kayboluyordu. Bütün gün düşündü koca, nasıl yardım edebilirim güzeller güzeli eşime diye. Birden aklına eşinin eski işi geldi. Geri dönmesini isteyecekti. Ama bunu ona nasıl söyleyecekti, çünkü artık çok kırılgan ve neşesizdi. Bütün cesaretini toplayarak akşam karısına konuyu açtı. Karısı dehşetle gözlerini açtı: -Ben bunu nasıl yaparım ben körüm, diye bağırdı. Kocası ona destek olacağını, her sabah kendisinin işe bırakacağını ve aksamları da iş çıkısında alacağını ve ona çok güvendiğini söyledi. Çünkü eşini tanıyordu ve bunu başarabileceğini biliyordu. Kadın büyük bir umutsuzlukla kabul etti çünkü eşini çok seviyordu ve onu kırmak istemiyordu. Her sabah eşini işine bırakıyor ve akşamları da alıyordu fedakar koca. Günler böyle ilerledi, karısı eskisinden biraz daha iyiydi. Fakat kocası daha fazlasını istiyordu, kendisine söz vermişti sonuna kadar gidecekti. Aksam karısına: -Artık işe kendin gidip gelmelisin, dedi. Kadın şaşırmıştı. Bunu asla yapamayacağını söyledi. Kocası ısrar edince onu yine kıramadı ve bütün cesaretini topladı. Bunu kendisi de istiyordu ama o kadar güveni yoktu. Sabahları kadın artık otobüs durağına kendisi gidiyor, otobüsüne biniyor ve otobüsten inerek işine gidebiliyordu. Günler günleri kovaladı, hiç bir problem yoktu. Yine bir gün otobüse binerken, şoför: - Sizi kıskanıyorum, hanımefendi dedi. Kadın kendisine söylenip söylenmediğini anlayamadan, -Neden diye sordu. Şoför: - Çünkü her sabah sizin arkanızdan bir deniz subayı genç adam otobüse biniyor ve bütün yol boyunca sevgi ile size bakıyor, otobüsten indikten sonra yeşil ışıkta yolun karşısına geçmenizi bekliyor siz binaya girdikten sonra arkanızdan öpücük yollayıp size her gün sevgiyle el sallıyor, dedi. HERKESİN BU KADAR SEVMESİ VE SEVİLMESİ, HEPSİNDEN DE ÖNEMLİSİ BÖYLE BİR SEVGİYİ HAK EDECEK İNSANİ BULMASI DİLEĞİYLE. GÖZ GÖRMEYİİNCE GÖNÜL UNUT/MAZMIŞ:)))) Göz görmeyince gönül unuturmuş!!! Bu özlü sözü hayatımızın belirli evrelerinde belirli nedenlerle bir takım kişilerde ya duyarız, yada unutmak zorunda olduğumuz zamanlarda acımızın panzehirine sarılır gibi kendi kendimize söyler dururuz. Göz; görmeyerek unutmak istediğimiz imajın izini yavaş yavaş beynimizden sildiği fiziki bir gerçek olsada!!!!! Gönül.’e kolay kolay söz geçmediğine tanık olduğumuz anlar da çokçadır. Çünkü ruhumuzun ihtiyaçları çok farklıdır; zaman zaman hissetmek adına geçmişe gömdüğümüzü söylediğimiz O ANLARIMIZI, BİZDEN PARÇALARIMIZI beynimizin gizli ve en derin hanelerine yerleştiririz. Var olduğumuzun bir delili olan O ANLARI da istediğimiz zamanlarda yerlerinden çıkarırrız. Ağlayarak hissederizzz, gülerek hissederizzz, meydan okuyarak, nefret duyarak, minnet duyarak;;;; ruh halimize göre ve O ANLARIN izlerinin rengine göre işte. Yani gönül unuturmuş cümlesinin anlamını çürütürcesineeeee Dilerim!! Gönlümüzün unutmadığı ve zaman zaman beyin hanelerinden çıkardığımız O ANLAR hep iyi ,anılası, hoş tat bırakan cinsten olsun herkez için.
BAHTIYAR